Ölümün Ayak Sesleri
““Son dileğini söyle!” dedi cellat. Ne isteyebilirdim ki bu son beş dakikada? Ecelimle ölmek mi? Hayır bu çok saçma olur. Adam koymuş zaten kafasına beni öldürmeyi, bunu istesem bile gülecek bana kıçının kenarıyla! Bir şeyler yemeyi de istemiyorum. Hem ölüme beş kala ne geçer ki insanın boğazından?“Bethoven’ın ikinci senfonisini dinlemek istiyorum.” dedim. Neden bunu istedim bilmiyorum ama birden bire bu çıktı ağzımdan. Sadece düşünmek istemiştim oysa... Belki de iyi bir fon olurdu Bethoven yaşadıklarıma.
Hiçbir zaman öyle özenilecek bir hayatım olmadı. Daha ben doğarken ölmüştü annem. Ölü bir bedenin içinden zorla çekip almıştı iki el beni. Hep düşündüm ‘keşke almasaydı’ diye... Belki o zaman, yolun başındayken, belki de henüz yola bile çıkmamışken bir sıfır yenik başlamazdım hayata.
Babam benden nefret ediyordu. “Sen öldürdün anneni!” diyordu, içip içip dövüyordu sonra. Kızı değil de hizmetçisiydim sanki onun. Çok küçük yaşlarda başladım hizmet oyununu oynamaya. Ben hizmetçi oluyordum, o patron... Her gece rakı sofrasını kuruyor, servisini yapıyor sonra da odama çekiliyordum. Bir akşam eve elinde paketlerle geldi, dansöz kıyafeti vardı paketlerin içinde. O akşamdan sonra içki masasında dansözlük yapmaya başladım, istemediğim gecelerde de dayak yerdim. Ben ağlayarak oynardım karşısında, o gülerek izlerdi beni. Acı çekmem hoşuna gidiyordu.
Sonra bir yetmişliğe kurban gitti kızlığım. Henüz on dört yaşımdaydım. Babam olacak o adinin içki massına meze olmam yetmiyormuş gibi bir de fantezilerini süslüyordum. Gecelerce sürdü bu durum. Bazen arkadaşları gelirdi, zorla koyunlarına sokardı beni. Para almaya başladı bir süre sonra onlardan. Resmen kurbanlık koyun gibi pazarlanıyordum. “Al da hayrını gör!” diyordu arkadaşlarına beni iterken gülerek. Ben altlarında acı çığlıkları atarken onlar orgazm naraları atıyordu. Kendimden mi iğrenmeliydim, babam olacak o aşağılık heriften mi bilmiyorum ama ben ikimizden de iğreniyordum.
Şimdi de boynumda bir ip, bu darağacında ölümü bekliyorum. Tek suçum kızken kadın olmamdı. Oysa o pezevengin burada olması gerekiyordu, benim değil!
Birazdan öleceğim. Bu lanet olası hayatım son bulacak. Hiç üzülmüyorum. Hatta haddimi aşarak mutlu olduğumu bile söyleyebilirim. Sadece merak ediyorum; hayattayken yanımda olmayan Tanrı, öldükten sonra yanımda olacak mı? Gecelerce ağlayarak ettiğim duaların karşılığını verecek mi? Suçum neydi de bana böyle bir hayat tarzını layık gördü söyleyecek mi? Hesap verecek mi bana Tanrı?
Canımı almaya gelen ayak sesleri yankılanıyor kulaklarımda. Ölüm çanları çalıyor içimde durmaksızın. Melekler beliriyor aklımın bir ucunda; “Ölmeyeceksin” diyorlar bana, yaşayacakmışım. Yaşamalıyım; evet, yaşamalıyım ben! Yalvarırım öldürmeyin beni! Karanlıktan korkuyorum ben, kim söndürdü ışıkları! Yalvarırım, öldürmeyin beni...
“Son duanı et mahkum!” dedi insan kılığına bürünmüş Azrail. İpi eline aldı, “Dur, yaşamak istiyorum ben!” dediğimde kahkahalarla birlikte ölümün acı soğukluğu yayıldı içime...”